30 Ekim 2011 Pazar

Muhteşem İkili: Doğa ve Çocuk


Doğa çocuklara bu dünyada yalnız olmadıkları, başka gerçekliklerin ve boyutların var olduğu anlayışını, bu bilinci kazandırır.(R.Louv)

Enes'le ilk tanıştığımızda sadece 8 aylıktı...annesi ve babasıyla Akyatan'ın yaban hayatıyla ilgili veri oluşturma çalışması devam ediyordu...yaz sıcağında ekipten hiç kimse, çok yakındaki bir çadırdan bebek ağlaması geldiğini duymadı...Enes doğayla barışık başladı yaşam yolunda yürümeye...5 yaşına geldiğinde tecrübeli bir minik doğa gözlemcisi olarak çıktı karşımıza...korkusuz, dikkatli, uyumlu, yaratıcı...hepimizin sohbet etmekten sonsuz keyif aldığı küçük doğa gözlemcisi...

Fotoğraf: H.Diker

Doğal bir yerde özgürce koşmasına izin verilen bir çocuk kısa süre sonra özel bir sığınak bulmak için çevresine bakınmaya başlayacaktır. Çalıların içi incelenerek kale olarak iş görebilirliği değerlendirilir. Ağaçlar, özellikle de büyük ağaçlar, kuleli şatolara dönüşür, en kolay tırmanılan dallar birer "oda" ilan edilir. Buna karşılık bir çocuğun çimenlik, güneşli bir yamaçta ya da geniş, açık bir arazide koşarken yaşadığı deneyim, ona sığınağın yokluğunu hissettirir. Bir çocuk ancak bu karşıtlığı deneyimleyerek her iki durumu da derinlemesine anlayabilir.


Doğa, çocuklara arkadaşlığı da öğretebilir. Bunu elbette başka yerlerde de öğrenebilirler, ama doğada kurulan arkadaşlıklarda farklı birşey vardır.

Enes, bu yaz kendisinden daha da erken, 6 aylıkken alana çıkan kızkardeşini yetiştirmeye başladı... Hüma da kendisi gibi doğayla barışık attı adımını hayata...

Bir çit kuşu bile görmemiş olan bir çocuk için tepeli akbabaların soyunun tükenmesi ne anlama gelir? (Doğabilimci R.M.Pyle)

Doğa korumacıların ve doğabilimcilerinin çocuklukları, erken yaşta gelen ve daha sonraları onları doğrudan doğruya eylemciliğe yöneltmiş olan esinlenme öyküleriyle doludur."Çoğu çocuğun bir böcek dönemi vardır. Ben bundan hiç vazgeçmedim. Bir doğabilimcinin yetişmesinde önemli olan şey sistematik bilgiler değil,doğru zamanda edinilen uygulamalı deneyimlerdir. (E.O.Wilson)". 

Çocuklarımızın doğayla mümkün olduğunca erken bağ kurmasına fırsat vermek dileğiyle...

24 Ekim 2011 Pazartesi

Ertelemeyelim...


"Afete Hazırlık, herkesin kolaylıkla atabileceği ve atması gereken bir seri küçük adımın toplamından başka birşey değildir. Hazırlık bir gecede yapılmaz ve asla tamamlanmaz. Ama atılan her küçük adım önemlidir."(Temel Afet Bilinci Eğitim Programı, Eğitmen Dökümanları)

Van haberlerini izlerken düşünmeye başladık yine...düşünmemizin insani nedenler yanında belki de farkında olmadığımız bir nedeni biraz endişe... bilmediğimiz, tanımadığımız nesneler, olaylar, duygular korkutur bizi, endişelendirir...farkındalığımız arttıkça korkuyu, çaresizlik hissini bir kenara bırakır, harekete geçeriz...

Afete Hazırlık Küçük Adımlardan Oluşur

  • Afet bilincimizi yükseltmek
  • Afet riskinin azaltılabileceği bilgisini yaygınlaştırmak
  • Afetten sonra yardım edebilmek için hazırlıklı olmak hepimizin görevi...

  • Küçük bir adım atalım hemen...ilgili web sayfalarına bakalım...kişisel bilgilenmemiz için hazırlanmış eğitim programları hakkında bilgi edinelim...






    Son depremlerle ilgili güncel bilgi için:


    Depremi izleyen ilk 72 saat içerisinde yardımın çoğu o anda hemen etrafımızda bulunan kişilerden gelir.

    Afetlere hazır olmak için edinebileceğimiz temel beceriler:
    • İlkyardım
    • Yangın söndürme
    • Telsizle haberleşme
    • Hafif arama kurtarma
    • Müdahale organizasyonu
    Hatırlayalım...birbirimize hatırlatalım...

    22 Ekim 2011 Cumartesi

    Biz uyurken...



    10 seneden az bir zaman önce dijital fotoğraf makinaları bugünkü kadar yaygın değildi... çok fazla deneme fotoğrafı çekme şansı yoktu...arşivlere baktığımda sınırlı sayıda görüntü bulabiliyorum...o günlerde Emre ile bir alan çalışması yaptık...Emre büyük memelilerle ilgili çalışmalar yürütüyor... ben sabahın ilk ışıkları doğarken alana çıkarken, Emre geceyi gözlem yaparak geçirdi...farklı iki tür arasındaki "beslenme" odaklı ilişkiyi ortaya koyacak veri toplamaya çalışıyorduk...çalıştığımız türlere bağlı gün kullanımına geçiyorduk doğal olarak...

    Yaban hayatını izlerken birçoğumuzun uykuda olduğu saatlerde çok farklı bir yaşamın harekete geçtiğine tanık olma şansı bulabiliriz...alanda yaban türlerinin yaşamlarına saygı gösterip, bilinçli ve dikkatli hareket ederek son derece etkileyici bir yaşamın bazı karelerini izleme fırsatını yakalayabiliriz...gece, yaban hayvanları için avlanma, beslenme, hareket zamanıdır...doğada gece renkli ve hareketlidir...insanın olağan yaşam alışkanlıklarının aksine...

    Fotoğraf: H.Diker (Saz kedisi)
    Fotoğraf: T.Ünsün (Fıstık tarlasında baykuş)

    Fotoğraf: H.Diker (Yeşil deniz kaplumbağası)
    Fotoğraf: H.Diker (Çakal)
    Fotoğraf: H.Diker (Yaban domuzu)

    20 Ekim 2011 Perşembe

    Ece'ye...

    Sevgili Ece'ye...
    Kuvvetli, renkli ve sınırsız hayalgücüne...


    Sevgili Ece zaman zaman alan çalışmalarından daha detaylı kesitler anlatmamı hatırlatır...
    Zaman kavramı bir yerden sonra insanın düşünce kapasitesi ile orantılı boyut değiştiriyor... insan zamanı nasıl anlamak/algılamak istiyorsa, zaman insanlar için öyle geçmeye başlıyor...
    Kaptan Cousteau belgesellerini izleyen çocukların zamanındanım...ne çok uzak, ne de çok yakın...üniversiteye başlayana kadar okul gezilerini saymazsak tek başıma yolculuk yapmadım...üniversite ikinci sınıftayken doğa koruma projeleri yürüten sivil toplum kuruluşları ile iletişimim başladı...ikinci sınıftayken gönüllü olmak istediğim bir projeye dördüncü sınıfı bitirdiğim yaz çağırıldım...çantamı alıp nerede olduğunu o zamana kadar duymadan gittiğim Adana'nın Kapı Köyü sınırındaki Akyatan Yaban Hayatı Geliştirme Sahası'ndan başlayıp, farklı kumsallarda eve dönmeden devam eden 3,5 aylık alan çalışması, yaşamımın yaklaşık 1/3'ünü kapsayan çalışma döneminin ilk adımı oldu... insanın hayatında çok ufak bir zamanlama farkı, çok şeyi değiştirebilir... bu proje ve  meslek lisesinde öğretmenlik yapabilmemi sağlayacak olan formasyon dersleri ile stajımı tamamlamam eşzamanlı sayılır... içten gelen hedefim olan meslek lisesinde öğretmenlik, kadro için beklenen az bir zamanlama farkıyla yerini doğa korumaya devretti...

    Formasyon hocalarım iyi bir öğretmen adayı olduğumu belirtmişlerdi... bugüne kadar birlikte çalışma fırsatı bulduğum ekip arkadaşlarım, alan çalışmalarında iyi olduğumu söyler...aslında bugüne kadar hiçbir doğa korumacının keşfetmemiş olduğu bir buluş yapma şansım olmadı...ama kendi adıma doğada çok şey keşfettiğimi biliyorum... insanların genellikle uykuda olduğu saatlerde katıldığım alan çalışmalarından, pekçok insanın farkında bile olmadığı, bazen hayalgücü sınırlarımın ötesinde şeyler öğrendim...çok değerli insanlarla tanıştım, çalıştım...zaman zaman zorlandım... zorluklardan zengin bir deneyim ve anı dağarcığı edindim... doğaya saygıyı ve sabırlı olmayı yaşayarak öğrendim...zamanla öğrendiklerimi, öğrenmeyi ciddiye alan, ihtiyaç duyan herkesle paylaşmayı hedef edindim...hala öğrenmem gereken çok şey var...

    Adana, Akyatan (Fotoğraf: H.Diker)
    Adana, Akyatan (Fotoğraf: H.Diker)
    Adana, Akyatan (Fotoğraf: H.Diker)

    18 Ekim 2011 Salı

    Kelimeleri seviyorum...

    Geçen akşam vapurla eve dönerken Volkan yeni çalışması olan "Kelime Üret" oyununu gösterdiğinde çok beğenmiştim...kelimeleri sevenler için çok keyifli...

    http://websites.ekampus.orav.org.tr/volkanbal/2011/10/9/20507/content.aspx

    16 Ekim 2011 Pazar

    Hayatın içinden...

    Alan çalışmalarının her biri bize farklı şeyler öğretir...bazı çalışmalar vardır ki bizi hayatın farklı bir kesitinin içine alır, farklı yaşamları da öğretir...

    Adana, Karataş Balıkçı Barınağı
    Adana, Yumurtalık, 2000 (Fotoğraf: O.Veryeri)

    Balıkçı teknelerinin her birinin farklı bir karakteri olduğunu...sabah 04:00-akşam 18:00 üç mevsim mesai günlerini...herbir ağ atışı ve toplanışı arasındaki heyecanlı bekleyişi... ağlar boş çıktığındaki sessizliği... özgürken "açık cezaevi" tanımını...bir şiltenin altında saklanmış şiirleri...uyuyakaldığınızda üzerinize örtülen battaniyenin sıcaklığını...bir kış günü takılan ağı kurtarmak için suya dalan tayfanın hayatı olduğu gibi kabullenişini...güzel bir günde masmavi ve çekici görünen denizin bir kış günü ne kadar hırçın ve tehlikeli olabildiğini...


    bir bardak iyi demlenmiş çayın hayattaki önemini...merakı... rekabeti... sabretmeyi...hayal kurmayı...fırtınalı bir günde uzanıp sizi denize uçmaktan kurtaran elin değerini...evininin kapılarını her zaman, her saat size açan dost yürekleri... zamanla kendinizi yurdun bir köşesinde bir ailenin içinden hissetmeyi...saygıyı...geçen zamanın değiştiremediği, eskitemediği birşeylerin olabildiğini...hayatın içinden farklı yaşam öykülerini... yaşanmışlığın önemini, değerini...

    İskenderun 2011 (Fotoğraf: V.Bal)



    13 Ekim 2011 Perşembe

    Değişime katkı verebilmek...


    Birçoğumuzun temel endişeleri var...birçok konuda daha ileride olmak isteyip te olamadığımız yönünde...biran düşünüp "gelişim için değişim yolunda ben ne yapıyorum?" sorusunu sorduğumuzda cevap genellikle "soru işareti" hanesinde takılı kalabiliyor...

    Gelişim için değişim çaba istiyor...doğa koruma gibi, eğitim gibi hassas konularda ise uzun dönemli vizyon, sabır, özveri, sistemli çalışma ve izleme gerektiriyor... çalışmaların sonuçlarını uzun vadede görebiliyoruz...edindiğimiz deneyimleri doğru değerlendirebildiğimizde sonuçlar ikna edici olabiliyor...akşamın bir vakti çiftçilere bilgi verebilmek uğruna köy kahvesinde toplanmak, 40 derece sıcakta klimasız araba ile alan çalışmasına çıkmak, elektriğin henüz ulaşmadığı yerlerde 4 ay alan çalışması yapmak, yurdun bir köşesine uçakla da olsa 11 saatte ulaşmak...

    Adana, Kapı Köyü, Mart 2008
    Adana, Akyatan, 2007 Yaz
                     Adana, Akyatan, 2010 Haziran, sabah 06.00, siste arazi


    Ve değişime katkı verebilmek, zor koşullarda çalışmayı devam ettirebilme cesareti istiyor...

    "...Çalışma başladı. Bir öğretmen sürekli sınıftan çıkıp hemen geri geliyordu. "Ne oluyor?" diye sordum. Meğer prizlerin bağlı olduğu şalterler atıyor, şalter attıkça hoca şalteri kaldırmak için panoya gidiyormuş (Başarılı müteahhitin yetenekleri işte). İşin kötü yanı ısıtıcılar kalorifer çalışmasına rağmen yetersiz kaldı, yine de öğretmenler tüm dikkatlerini vermeye çalıştılar. Öğleden sonra Öğretmenler Odası'nı sınıfa çevirdik, oradaki klimanın yardımıyla çalıştık. İlkgün bittiğinde yorgun fakat mutluydum. Akşam okuldaki arkadaşların yoğun uğraşları sonucu Öğretmenevi'nde bir oda bulduk. Eğer bulamasaydık Diyarbakır'a geri dönecektik.

    Fotoğraf: V.Bal
    ...
    Son gün bir heyecanla kalktık ve okulun yolunu tuttuk. Her zamanki gibi okula ilk gelenler biz olduk (İdare dışında). İdaredeki erkek öğretmenler koridorda bulunan pinpon masasında öğrencilerle birlikte pinpon oynuyorlardı. Bu aslında öğretmenlerin “hayatta” olduklarının en güzel göstergesiydi bence. Gelen öğretmenlerle konuşurken bir önceki gün hakkında çok olumlu geribildirimler verdiler. Sanırım bu da bana verilebilecek en güzel sosyal ödüldü.
    ...
    Öğleden sonra bir öğretmen telefonunu bana doğru gösterdi, ben pek bir anlam çıkartamadım. Öğretmen arkadaş “Öğretmenin Sınırı Yok!” logosunu telefonun ekranının arka planı olarak yapmış. Okuldan çıkarken toplu fotoğraf çektirdik bu fotoğraftan da öğretmenlerin ne kadar enerjik olduğunu anlayabilirsiniz. Gerçekten Kulp bana çok iyi geldi.

    ...
    Saat 4 civarı hava tam kararırken yola çıktık. Gece bu yolun pek güvenli olmadığını yaklaşık olarak 30 defa duyduğum için geçe kalmak istemedim. Yolun yarısına vardığımızda hava tamamen karanlıktı. Hava karardığında yolun daha aktif olan kısmına kadar geldiğimiz için içimde hiçbir korku yoktu hatta Kulp’taki öğretmenlerin bana verdiği enerji çeneme vurmuş olmalı ki ben Saim’den daha çok konuştum. Merkez'e geldiğimizde yaşadıklarımızı diğer arkadaşlarıma anlatmak için konuştum, konuştum, konuştum artık ne kadar mutlu olduğumu siz düşünün.(V.Bal, Bir Eğitim Hikayesi:Kulp, Ocak 2011).

    10 Ekim 2011 Pazartesi

    Boğaz'da balık mevsimi...

    Gideceksin ırıpların çalkantısında
    Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
    Sevineceksin
    Ağları silkeledikçe
    Deniz gelecek eline pul pul...(O.Veli)

    İstanbul, Karaköy, Ekim 2011


    Ekim ayı ile birlikte balık mevsimi hızlandı...hepimizin tanıdığı hamsi mevsimi... palamut, mezgit...Boğazlar ve Marmara'da balık mevsimi şimdi...

     
    Sabahları Harem'den Eminönü'ne giden arabalı vapur seferlerinin daimi yolcuları ufak balıkçı sandallarıyla selamlaşmaya başladılar yollarının üzerinde...


    Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde balık genel olarak ileri gelen kişiler tarafından yenen bir gıdaymış...ayrıca Boğaz'da ve Adalar'da oturan ileri gelenler ve onlarla kaynaşan zengin tüccar aileleri de balığa rağbet edermiş (A.Pasiner, Alabalıktan Zarganaya Türkiye Balıkları)... besin değeri yüksek olan balıkla ne yazık ki hala çok barışık bir toplum sayılmıyoruz...doğru zamanda, doğru yöntemlerle avlanmış ve doğru usulde pişirilmiş mevsim balıklarını seçerek yemek hem keyifli, hem sağlıklı bir beslenme şekli...her yaşta rahatlıkla tüketilebilen insanla barışık bir gıda türü...

    Balığa meraklı olan ve öğle arasında Eminönü'nden Galata Köprüsü'nü geçip köprü sonundaki balıkçılara uğrayanlar, taze balıkları görünce bir porsiyon hamsi tava yemeden bu noktadan ayrılamayabilirler...



    9 Ekim 2011 Pazar

    Yağmur...

    Yağmurlu günden birkaç  dakika...

    İstanbul, Kadıköy, Dereağzı Ekim 2011