22 Temmuz 2012 Pazar

Güneş taşı


Meksika'da, metal pesoların üzerindeki ilgi çekici desenleri çok beğenmiştim...



Geçenlerde TÜBİTAK tarafından çevirisi yapılmış "1,2,3 Suddenly in Mexico-The Protective Jaguar-1,2,3 Hooop! Meksika'da-Koruyucu Jaguar" isimli çocuk kitabını okurken kendimi kitabın içinde kaybettim...

Resimleyen: M.Fa'brega 

16. sayfaya geldiğimde karşıma çıkan şekli tanıdığımı farkettim...hikayesini kitabın kahramanı Martin'e anlatan Diego'dan öğrendim..."La Piedra del Sol: Güneş Taşı"...

Resimleyen: M.Fa'brega 

Aztekler bu taşın üzerine semboller kazırlarmış...taş, evrenin tarihini anlatıyormuş... Güneş Tanrı tam ortada...bu inanılmaz büyüklükteki yuvarlak taş Milli Antropoloji Müzesi'nde sergileniyormuş...bir sonraki ziyarette görülecekler listesine eklendi bile...

20 Temmuz 2012 Cuma

Kaderimizin çizgisi...


İnsan dünya üzerindeki 10 milyon canlı türünden biri...yaklaşık 4000 memeli türü arasında, kendini ve çevresindeki dünyayı inceleyebilmek için gerekli biyolojik donanıma sahip tek canlı insan...

Her birimiz dünyaya doğal bir biyolojik görünüşle geliyoruz ancak zamanla aklımıza ve bazen de derimize kazınan bir kültürel kimlik ediniyoruz...

Fotoğraf: Shubhankar Basu (National Geographic Arşivi)

Türümüzün biyo-kültürel bağlantılarını gösteren sayısız örnek var...Örnek olarak, Afrika ve Asya’nın belirli yerlerinde insanlar çiftçilikle uğraşırken bir yandan doğal çevreyi değiştirdiler ve istemeden de olsa sivrisineğin yetişmesi için gereken uygun ortamı hazırladılar...Sonuçta, sıtma parazitlerini taşıyan sivrisinekler nedeniyle sıtma hastalığı ciddi bir sorun haline dönüştü...buna karşılık, bu bölgelerde yaşayan insanlarda bu hastalığa dirençli genler yayılmaya başladı...anne veya babasından bu geni alan insanların sayısı arttı...bu geni hem anne hem de babasından alan insanlarda orak hücre anemisi gibi ölümcül kansızlık hastalıkları görülme olasılığı yüksek olsa da bu gene sahip olmayanlar da sıtmaya karşı daha hassas...

Biyoloji de yiyecek seçimi ve folklor gibi kültürel uygulamaları etkiliyor... örnek olarak bakla ile sıtma hastalığı arasındaki ilişki ele alınabilir...bakla potansiyel olarak insan sağlığını tehdit edici nitelikte zehirli madde içermesine rağmen, bu madde aynı zamanda alyuvarlarda sıtma hastalığına neden olan parazitin gelişimine engel olur...sıtmanın sıkça rastlandığı Akdeniz ülkelerinde sıtma mevsimi boyunca sofralardan bakla eksik olmazmış...baklanın, kalıtsal olarak bu hastalığa duyarlılığı olan insanlar üzerindeki zehirleyici etkisi de, bu yiyecek hakkında zengin bir halkbiliminin gelişmesine neden olmuş...eski Yunan’da ölmüşlerin ruhlarının baklada saklı olduğuna dair inanç bunların arasında...


Özetle, insanoğlunun bir ayağı kültürde, diğer ayağı ise doğada ve ikisinin etkileşimi kaderimizin çizgisini belirliyor. (Kaynak: Kültürel Antropoloji, W.Haviland, H.Prins, D.Walrath, B.McBride)

Antropoloji: Antropoloji, dünyanın her yerinde, tarih boyunca yaşamış ve hala yaşayan insan toplumlarının incelenmesidir.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

İçimizin derinliklerinde


"İçimizin derinliklerinde bizim oraya koyduklarımızdan başka bir şey yoktur"
(Richard Rorty)

Pragmatizmin Amerikan geleneğine bağlı çalışan bir filozofu Rorty. Çağdaş Felsefe Dönemi temsilcilerinden biri...Rorty'ye göre keşfedilecek mutlak bir doğruluk veya yanlışlık yok... etik varlıklar olarak yaşamak için mutlak bir ahlaki kurala inanmamız gerekmiyor... başkalarıyla konuşmak, dayanışmak ve sosyal umut "iyi"nin işleyen bir tanımını oluşturmamızı sağlar... "mutlak bir gerçek standardı olmadığını anlamış olmaktan gelen tevazu; başkalarıyla olan dayanışmamız; katkıda bulunabileceğimiz umutlarımız ve bizden sonra gelenlere içinde yaşamaya değer bir dünya bırakmak" yeterlidir...
Felsefe aslında temel sorulara cevap bulmakla çok ilgili bir bilim dalı değil...daha çok cevapları bulmaya çalışma süreci ve geleneksel hükümleri sorgulamadan kabullenmek yerine akıl yürütmeyi kullanıyor...gündelik işlerle çok meşgul olunmadığında ya da sadece yaşamın ve evrenin ne olduğunu merak etme fırsatına sahip olan herkesin yaptığı birşey olarak tanımlanıyor...Platon'a göre "Merak bir filozofun en düşkün olduğu şeydir çünkü felsefenin bundan başka bir başlangıcı yoktur"...(Felsefe Kitabı-Dorling Kindersley).


14 Temmuz 2012 Cumartesi

Bir Ressamın Bahçe Güncesi


Bazı kitapları sergilendiği rafta görünce "işte bu" dediğiniz olur ya..."Bir Ressamın Bahçe Güncesi"ni gördüğümde "işte bu" dedim...

"Günceye Başlarken" bölümünde "Bahçeyle tanışmam 1992 yılında olmasına rağmen, bahçe güncesi tutmaya 1997 yılında başladım. Bir birikim ve araştırma sonucu alınıyor bazı kararlar" diyor Aysun Hanım..."Güncemin içinde geziniyorum. Günceden kitabıma aldığım bölüm 2007 Ekim ayında başlayıp 2008 Eylül ayında biten, bahçenin bir yıllık dönemini anlattığım bir zaman dilimi. Güncemin bir yıldız gibi doruğa ulaştığı dönem"...


"Bir bahçem olsun" dileğini kalbinden geçiren herkes için çok keyifli bir kitap olmasının yanında, suluboya çizimler hayranlık uyandıracak canlılıkta...yer yer aralara serpiştirilmiş, özenle seçildiğini hissettiren şiirler de öyle...
23 Ağustos sayfası...Yazarın bahçesindeki çimlere uzanıp okuduğu Mark Nepo'nun "Hayata Sarılmak" şiirinden birkaç dize...

Hadi yaşamın bir parçası ol
Ki dediğim sadece,
Bir balığın su yüzeyine çıkıp dünyaya
merakla merhaba demesi gibi
Cesur ve mutlu ol.

(Bir Ressamın Bahçe Güncesi, Aysun Berktay Özmen, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)

13 Temmuz 2012 Cuma

Alışamadıklarım...


Her insanın alışmakta güçlük çektiği olaylar, durumlar vardır...benim için de bazı davranışlar ve kelimeler var ki alışmam mümkün olmuyor...

"Alışmak" ne demek diye baktığımda anlambilim.net sitesinde  birden çok karşılık çıktı karşıma:
  1. Bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek
  2. Yadırgamaz duruma gelmek.
  3. Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek
    Örnek: Bu mesleğe alışmış gibi görünüyor. N. Araz
  4. Sürekli ister olmak.
  5. Bağlanmak, ısınmak
    Örnek: Birdenbire ona alıştığını hissediyor ve bu işe ayrıca şaşıyordu. A. H. Tanpınar
  6. Bağımlılık kazanmak.
  7. Evcilleşmek, ehlîleşmek.
  8. Tutuşmak, yanmaya başlamak.
Benim durumum için uygun tanım: yadırgamaz duruma gelememek, intibak edememek...özellikle de değer verdiğim, hayatımda olmalarından sevinç duyduğum insanlar tarafından yapıldıklarında, ifade edildiklerinde derin bir şaşkınlığa düşüyorum...ilk aklıma gelenler:
  • konuşurken gözünü bilgisayardan ayırmayıp, konuştuğu insanın yüzüne bakmadan konuşmaya devam etmek,
  • her zaman yoğun olmak,
  • kendisini doğanın üzerinde veya doğadan soyut gören insan tavrı...dokunduğumuz herşeyin, soluduğumuz havanın kaynağından...
  • sosyal sorumluluğu hayatın dışında bir yerde bırakmak, uzaktan algılamaya çalışmak...zaman zaman yokmuş gibi davranmak...
  • birşeyleri yapmak için fırsat veya arkadaş bulamamaktan şikayet edip, "hadi birlike yapalım" dendiğinde işin sonu gelmeden sıkılmak veya ortadan kaybolmak,
  • "kendime bile zor bakıyorum" ifadesi...Anneannemin 85 yaşındayken bile ağzından çıktığını duymadığım bir ifade...sağlıklı, genç bir insan söyleyince iyice şaşırtıyor...
  • iş güvenliği konusuna bir türlü zaman ayrılamaması veya "bize birşey olmaz" mantığıyla konuya yaklaşılması,
  • işlerin sadece hoşa giden bölümlerinin ekipçe paylaşılması, hoşlanılmayan kısımların toparlanmasının aynı kişi/lere bırakılması...
  • olup olamayacağı hiç denenmeden"bu iş olmaz" yaklaşımı...
  • "bu ülkede birşey değişmez" yaklaşımı...sadece şikayet etmeyi, harekete geçmeye tercih edenlerin durumu...
  • eşlerinden "patron" ifadesi kullanarak bahseden eşler... birliktelikler iktisadi işletme veya güç yarışı gibi mi hissedilmektedir ki daha naif tanımlamalar kullanılmaz? ya da eşlerin isimleri yok mudur?...
  • kendisine değer veren insandan şüphelenen veya korkan insan tavrı... alışılmış dışı insanlara karşı "vurdumduymaz" tavırlar...
biraz daha devam ediyor böyle...birkaç örnek vermek geçti içimden sadece...belki "bunlara da böyle alışabilirsin" diye bir öneri gelir de düşünme ve üzülme oranım azalır... daha sıradanlaşır, daha mutlu olabilirim...






11 Temmuz 2012 Çarşamba

Daha geniş bir zihinle...


Birkaç saatliğine olsun, sıradan algılamanın izlerinden silkelenip, kurtulup, içimizdeki ve dışımızdaki dünyayı, tıpkı bir hayvan gibi bazı sözcüklere ve kavramlara saplanıp kalmış olarak değil de daha geniş bir zihinle direkt ve koşulsuz olarak kavrayabilmek eşsiz ve paha biçilemez bir deneyimdir.
Aldous Huxley-The Doors of Perception (Kaynak: Yunusların Stratejisi, D.Lynch&P.L.Kordis, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) 

Epeydir üzerinde düşündüğüm bu konuya yakında geri döneceğim: kendime notum olsun...katkı yapmak isteyen?...

Fotoğraf: NASA Arşivi

10 Temmuz 2012 Salı

Bütün zamanlarda izlemeyi sevdiğim sanatçı...

İyi ki doğmuş...

İnsan bazen sevdiği insanlara kendisini sevdiğini söylemekte zorlanır... bazen hiç söyleyemez...bazen söyler, anlaşılamayabilir...bazen de söyler, ulaşamayabilir...ne olursa olsun değerli bir insanı sevmek güzeldir...

Bugün vapurda dönerken arkadaşlarla sözü açıldı...Selin bir gün, Yale'deki mezuniyet töreninde Tom Hanks'in konuşmacı olduğunu söylediğinde "haaa" olmuştum...ara ara söylerim: hayatımda tanışmak istediğim tek bir sinema sanatçısı var...Tom Hanks...en beğendiğim sinema sanatçı tereddütsüz kendisi...bu konuda fikrim hiç değişmedi... oyunculuğunun zamanla sınırlı olmayışını seviyorum...

2012 Mart'ında Hollywood'da çok kısa bir zamanı olmasına karşın Doğan beni kırmadı...yaklaşık 2400 yıldız arasından Tom Hanks'in önce el ve ayak izini, ardından da yıldızını bulup fotoğraflarını gönderdi..ve beni sonsuz sevindirdi...hemen ofisteki fotoğraf köşemde yerlerini aldılar...

Kaynak: flicksandbits.com

Oynadığı her filmde inanılmaz karakterleri inanılmaz bir performansla canlandırıyor... canlandıramayacağı bir karakter var mıdır? diye düşünemiyorum..."peki filmlerinde canlandırdığı karakterleri başka hangi oyuncu onun kadar iyi yaşatabilir?" diye düşündüğümde kimseyi yerine getiremiyorum...

Herbir karakter kendisiyle yaşam buluyor...izlerken filmlerin içine giriveriyorum... alçakgönüllülük duygusunu hissediyorum...bazen çok gülüyorum...bazı sahneleri izlerken kendiliğinden içten bir gülüş gelip oturuveriyor insanın çehresine...bazen bir sahnede yüz ifadesini görmem yetiyor..."Yeşil Yol" gibi bir filmde ise "nasıl yani?" hissini yaşıyorum... Terminal'deki doğallık beni şaşırtıyor...


"Forrest Gump"'ı defalarca izledim...ve hala arada tekrar izliyorum... Irmak "You've got email"i defalarca izledi...ben de...bir komedi bu kadar mı sıcacık olur?..."Polar Express" inanılmaz...


"Cast away" nasıl bir oyunculuk dehasıdır?...Wilson'la diyaloglar efsanedir benim için...yüz ifadeleri..."Larry Crowne" filminin bazı sahnelerinde yüzüme yayılan gülümsemeye kendim bile şaşırdım itiraf ediyorum...


Temmuz'da doğduğunu hatırlıyordum ancak 9 Temmuz olduğunu hatırlamadım...dün doğum günüymüş: iyi ki doğmuş...kendisiyle karşılaşsam ne söylerim bilemiyorum... kendisini iyi tanıyordur...hakkında söylenebilecek pek çok şeyi de duymuştur bugüne kadar büyük ihtimal...söylenmişleri söylemek yerine kendisine kocaman bi sarılmak isterim...içimden geçenleri, zamanla sınırlı olmayan derin hayranlığımı ve saygıyı hissedebileceğini düşünüyorum...belki birgün...


8 Temmuz 2012 Pazar

Gaziantep

30 Haziran-1 Temmuz 2012

Volkan, Heleny, Dick, Gülçin ve Mehmet Bey

Neredeyse son dakikada biraraya gelen ilginç bir grubun uyumlu yolculuk hikayesi: Gaziantep...iş gereği Gaziantep'e giden Volkan, Adana'ya giden ben ve Urfa ile Mardin'i gezmeyi hedefleyen Heleny ve Dick'in farklı konuşmalar sırasında bir haftasonu Antep'i gezme isteğiyle "gezi ekibi" oluşturmaları hikayenin özü...

29 Haziran akşamı hepimiz Antep'te buluştuk...Antep'i hiç tanımayan benim hazırlamaya çalıştığım gezi programı ile başladık yolculuğa... programı hazırlarken sevgili Bektaş'tan ipuçları aldığımı ifade etmeden geçemeyeceğim...

30 Haziran sabahı 08.00...dün akşam otogarda tanıştığım şoförümüz Mehmet Bey ile ilk durağımız Yesemek Açık Hava Müzesi'ne doğru yol alıyoruz...internette gezdiğimiz noktalar hakkında detaylı bilgi mevcut... tek tek anlatmak zaman işi...bahsetmeden geçemeyeceğim birkaç nokta var: Yesemek Açık Hava Müzesi'nin rehberleri...işlerine gönül vermiş yöre insanları...burada çalışan Kazı Ekibi'nin yıllardır parçası olmaktan duydukları memnuniyet ve gurur her hallerinden belli...Yesemek'te ilk bilimsel kazı ve araştırmaları yapan Prof.Bahadır Alkım ile ekibi ve ikinci dönem kazıların başkanlığını yapan Arkeolog İlhan Temizsoy ve ekibini saygıyla dile getiriyorlar...


Müzenin insanı şaşırtan yanı Hitit Uygarlığı zamanından kalma taşocağı ve heykel atölyesi olması özelliği...Kapı aslanları, sfenks taslakları, dağ tanrısı kabartmaları, savaş arabası kabartması...


Gezi ekibimiz...

Su kanalında kurbağa peşinde koşan köy çocukları...


Volkan tarafından tavsiye edilen yöre yemekleriyle güzel bir öğle yemeği...ve Gaziantep Mozaik Müzesi...Müzeciliğin Gaziantep'te ne kadar gelişmiş olduğunu düşünmeye başladığımız anlar...günün içindeki her iki müze de sergileme teknikleriyle insanı içine çekiyor...


Akşamüzeri Gaziantep sokakları...çarşıları...sedef kakma el sanatları ustasına "sedefkar" denildiğini burada öğreniyorum...


Bakır işçiliği...
Eskiciler...
Ustalar...

Tarihi Gaziantep Evleri'nin restorasyonunun yapıldığı Bey Mahallesi'ni gezerken karşımıza çıkan pide fırını...ve nefis kokular saçan zeytinli pidelerin sahibinden, pidelere merakla bakan Heleny ve Dick'e bir zeytinli pide ikramı...misafirperverliğimizin yaşayan örnekleri...


1 Temmuz sabahı...12 yıl sonra sevgili Gülçin'le sabah buluşmamız...2000 yılında Adana'da yürüttüğümüz çalışmaya gönüllü katılan Gülçin'le arada bir yazışmalarımız dışında karşılıklı görüşebilme fırsatını bu yolculuk sayesinde buluyoruz...içtenliği, samimiyeti hiç değişmemiş...sanki aradan 12 yıl geçmemiş gibi...ikinci gün yolculuğumuza devam öncesi iç ısıtan bir buluşma...ve hemen yakın gelecekte birlikte bir yolculuk planı...


İkinci gün de yolculuğumuza Mehmet Bey ve arabasıyla devam ediyoruz...Mehmet Bey hem iyi bir sürücü, hem de değerli bir insan...kendisiyle yolculuk yapmaktan son derece memnunuz...yolu Antep'e düşenlere güvenle kendisinin telefonunu iletebilirim...
İkinci gün ilk durağımız Zeugma...


Ağaçtaki halini ilk defa gördüğüm antep fıstığı...


Belkıs/Zeugma Antik Kenti...Fırat Nehri'nin geçilebilir en sığ yerinde kurulmuş... tarihçesi oldukça etkileyici...


Fırat Nehri üzerindeki Birecik Baraj Gölü'ne, Zeugma Antik Kenti'nden bakarken Volkan'la yaptığımız enerji politikaları sohbeti Heleny'yi bu anki halimizi görüntülemeye yöneltir...

Fotoğraf: Heleny

Nizip'ten Antep'e dönüş yolunda Heleny'nin görmek istediği ve Mehmet Bey'in unutmayarak durakladığı biber kurutma alanı...


Olmazsa olmazımız çay...


Heleny'yi ve çektiği fotoğrafları ilgiyle izleyen yöre çocukları...


Mehmet Bey'in önerisiyle gittiğimiz yerde, yine Volkan'ın kusursuz seçimiyle yediğimiz öğle yemeği...yemek seçimi konusunda masada Volkan varsa susmayı tercih ediyoruz...


Ara sokaklardaki eskiciler eski Türk filmlerinden sahneleri gözlerimizin önünde canlandırıyor sanki...


İlk kez Antep'te tattığım ve çok keyif aldığım "Dut Suyu"...


Gaziantep Kalesi ve Kahramanlık Panoraması Müzesi...İstiklal Savaşı sırasında verilen mücadelenin ve savunmanın maketlerle tarihçesini anlatan görülmesi gereken başarılı bir çalışma...


Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesi...


Para Müzesi...kişisel bir merakla başlamış, büyüdükçe büyümüş farklı bir sergi...


Sevgili Mustafa'ya almak üzere yarım saatten fazla yürüdüğümüz ve ulaştığımızda deneme porsiyonlarını ısmarladığımız "Ayıntap" baklavaları....


İki güne sığdırdığımız bi dolu tarih, kültür, yemek keyfi...Antep'i gezmek, görmek hevesiyle biraraya gelmiş ve son derece keyifli bir yolculuğu tamamlamış bir dörtlü...
bir de Volkan ve benim akşam 20.20'de olan dönüş uçağımızın saatini neden belirtmeden 02.15'e alan uçak firması olmasaydı...güzel bir akşam çorbası ve İspanya-İtalya maçı ile aradaki zamanı doldurmaya çalışsak ta yorgunluktan bir moral sarsıntısı yaşamadık değil...
"yaşlandığımızda torunlarımıza anlatacak bir hikayemiz mi olur?"... kimbilir?...