25 Aralık 2011 Pazar

Gezegenin kaderi...

NASA'nın web sayfasında yer alan Dünya'nın uzaydan gece görüntüsünü görünce insan biran duraksıyor...ne kadar çok ışık var...yani yeryüzünün ne kadar büyük bir bölümünü kullanıyoruz...sağlıklı nefes alabilmemiz için gerekli rezerv alanlar ne kadar daralıyor gün geçtikçe...herkesi düşündürebilecek anlamlı bir görsel...

Fotoğraf: NASA Arşivi

Hemen üzerine "Gezegenin Kaderi Kentlerde Belirlenecek!" başlıklı bir yazı çıktı karşıma (Z.Dicleli-EKOIQ/Eylül-Ekim2011)...Dünyada kentlerde yaşayan insan sayısı ilk kez 2006 yılında kırsal alanlarda yaşayanların sayısını geçmiş...Santa Fe Enstitüsü eski başkanı fizikçi Geoffrey West önderliğinde yürütülen disiplinlerarası bir araştırma "şehirlerin nasıl işlediğini, şehirlerin büyümesinin toplumu ve çevreyi nasıl etkilediğini" ortaya çıkarmaya çalışıyor...yapılan çalışmaya göre, sorunlar ve olanaklar kentlerin nüfusundan daha hızlı büyüyor...yazının ana fikrinde "Bizi nasıl bir gelecek beklediği, kendimize nasıl kentler kuracağız, kentlerimizi nasıl yenileyeceğiz, nasıl dönüştüreceğiz sorularında gizli" cümlesi yer alıyor...düşünen ve farkındalık sahibi olan herkesin, kendisine düşen sorumluluğun üzerinde düşünmesi gereken ciddi bir konu...

21 Aralık 2011 Çarşamba

Gündönümü

Yılda iki kez tekrarlanan ve güneşin dünyaya (ekvator çizgisine) en uzak mesafede olduğu ana verilen ad: Gündönümü...günlerin ve gecelerin kısalmaya veya uzamaya başladığı an diğer bir anlamıyla.

Yaz Gündönümü`nde (21 Haziran), güneş ışıkları Yengeç Dönencesi`ne dik geliyor ve Kuzey Yarıküre’de günler kısalmaya, Güney Yarıküre’de uzamaya başlıyor...Güney Yarıküre’de en kısa gün, Kuzey Yarıküre’de en kısa gece yaşanıyor.

Kış Gündönümü`nde (21 Aralık), güneş ışıkları Oğlak Dönencesi`ne dik geliyor... Kuzey Kutup Dairesi’nde sadece yılın bu günü 24 saat süreyle gece, Güney Kutup Dairesi’nde ise 24 saat süreyle gündüz yaşanıyor... Kuzey Yarıküre’de günler uzamaya, Güney Yarıküre’de kısalmaya başlıyor...Güney Yarıküre’de en uzun gün, Kuzey Yarıküre’de en uzun gece yaşanıyor...yani bizler için bu gece en uzun gece...ve kışın başlangıcı.

Fotoğraf: NASA Arşivi (nasa.gov)



19 Aralık 2011 Pazartesi

Nergis kokusunu hissedince...

Akşam eve dönerken çiçekçilerden yayılan nergis kokularını hissettim... nergis her ne kadar baharın temsilcisi olarak tanımlansa da benim için kışa "hoşgeldin" çiçekleri...her kış başında İstanbul sokaklarındaki çiçekçilerden buram buram yayılan kokusunu duyduğumda "kış ilk adımını attı" demektir...aslında çiçekçi tezgahlarına ve bahçelere biraz dikkatli baktığımızda, kışın yaygın türün genellikle ufak, beyaz ve kokulu; ilkbaharda karşılaştıklarımızın daha çok sarı veya beyaz büyük çiçekli ve az kokulu olduğunu görürüz...ülkemizin pekçok yöresinde hem doğal olarak yetişen, hem de yetiştiriciliği yapılan bu soğanlı bitkinin birden fazla türü var...


İncecik saplarının üzerinde eğik boyunlu, asil görünümlü çiçeklere adını veren mitolojik kahramanın öyküsü özetle şu şekilde anlatılmış:
Narsis, ırmak ilahı Kephissos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope’nin oğlu olarak doğar. Bir kahin, ebeveynine Narsis’in dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını bildirir. Narsis bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanına gelir ve su birikintisine doğru eğilerek oradaki sudan içmeye başlar. Doğal olarak, bu sırada, birikintide yansıyan yüzünü görür. Kendi yüzünü görünce önce şaşkınlığa düşer, sonra kendini hayranlıkla seyre dalar ve kendisine âşık olur. Bu seyirden kendisini bir türlü alamayan Narsis gitgide hissizleşir, dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçek, güneş gibi, sarı göbekli, beyaz yapraklı, çevresine güzel kokular yayan bir çiçektir. Ölümünden sonra Styx nehrinin sularına katılır (wikipedia.org).

10 Aralık 2011 Cumartesi

Kar kristalinin gizemi...

"Sarıkamış'a: Volkan, Yusuf Hoca, Muharrem ve Duygu'ya..."


"Soğuk bir kış günüydü. Okulun bahçesinde, dersten çıkmış, oyunlar oynuyorduk. Kuzeyden esen sert rüzgar gökyüzünde gri bulutları önünde katmış sürüklüyordu. Bir süre sonra bulutlar birbirleriyle çarpışmaya başladılar.

Bulutlar çarpışınca ne olur? Ya yağmur ya da kar yağar!

İşte o soğuk kış gününde de kar yağmaya başladı.

Lapa lapa yağan kar tüm çocukların oyunlarını bırakıp gökyüzüne bakmasına neden oldu.

“Kar yağıyooooor” diye haykırdı tüm çocuklar. Biri dışında: Arkadaşım, Joska! O zaten hep ilginç bir çocuktu. Bu kez de ötekiler gibi sevinç çığlıkları atmadan, yağan karı izledi bir süre. Sonra da yerde birikmeye başlayan karları iki avucuyla topladı ve:

“Kar dondurmasıııı! Kim dondurma ister?” diye bağırmaya başladı.

Biz hepimiz şaşkın şaşkın ona bakıyorduk.

Kardan dondurma yapılır mı?

Karda kayılır...

Kartopu oynanır...

Kızağa binilir...

Hatta üstüne yatılır, karın üzerinde boy ölçüsü, insan kalıbı alınır, ama kar yenmez!

Bunu herkes biliyordu

Kar ne tatlıydı, ne şekerli, ne çikolatalı, ne de meyveli!

Öyle tatsız tutsuz bir şeyden dondurma yapılabilir mi?

Hepimiz Joska’nın yanına gittik. Karın yenmeyeceğini ona anlatmaya çalıştık. Ama boşuna!..." (Andras Bajor/Kar Dondurması-Kış Masalları : Derleyen ve Çeviren:Tarık Demirkan)


Kar bir yağış türü... bazen gözümüzle de ayırt edebildiğimiz 6 köşeli kar kristallerinin her birinin birbirinden farklı olduğunu öğrenmek heyecan verici...kar kristalleri ile ilgili ilk çalışmaları bir çiftçi; ABD’li Wilson Bentley (1865-1931) yapmış...bir mikroskobu bir kameraya adapte ederek 1885’te ilk defa bir kar kristalinin fotoğrafını çeken insan olmuş... yaklaşık 50 yıl boyunca 5000 (beşbin)’in üzerinde kar kristali fotoğrafı çekmiş...ve sonuçta hiçbir kar kristalinin bir diğeriyle aynı olmadığını görmüş (http://snowflakebentley.com/)...


... Daha sonraları diğer bilim adamlarının sürdürdüğü çalışmalar neticesinde şimdiye kadar kar tanecikleri arasında aynı büyüklükte, aynı şekilde ve aynı sayıda su molekülü ihtiva eden iki kristal bile bulunamamıştı....
Çapları 2-4 mm, ağırlıkları ise yaklaşık 0,005 gram olan kar tanecikleri havanın gösterdiği direnç sebebiyle süzülerek (limit hızla) yere inerler. Bu inme sırasında tanecikler birbirlerini ittiklerinden yapışmazlar. Özelliklerini koruyarak yere inerler. Bunlar güneş ışığını tamamen yansıttıkları için beyaz olarak görülürler. Kar yağışı genellikle hava sıcaklığı -4 °C ilâ -20 °C arasındayken olur. Bu yağış, sıcaklık sıfırın altında birkaç derece olduğunda ağır, nemli, ebatları bir santimetreye ulaşan parçalar halinde gerçekleşir. “Lapa lapa kar yağması” tabiri bu durum için kullanılır (wikipedia.org).

6 Aralık 2011 Salı

Umut...


Bazen hayatta karşılaştığımız bazı insanlarla çok uzun zamandır tanışıyormuşuz hissi taşırız...ve bazı insanlar tam olmaları gereken noktalarda, anlarda karşımıza çıkmıştır... bazı iş başvurularında "işte ta kendisi" deyiveririz biran... Umut'la karşılaşmamızın da böyle tesadüfi ve anlamlı bir yanı var...üç yıl önce aynı ekipte çalışmaya başladığımızda "karadan çok su altında zaman geçiriyor herhalde" şeklinde tanımlamıştım Umut'u...

İstanbul yerine Kaş'a transfer olma durumu ortaya çıktığında hiç tereddüt etmedi... Umut ve Kaş bütünleşti sonra...orfozlar Umut'tan sorulur oldu...farklı zaman dilimlerinde Erdoğan Hocam'ın vizyonu ve hayallerine tanık olmamız rastlantı olmasa gerek...güven, dostluk, cesaret demek Umut...bir de inatçılık...sene başında birlikte tartıştığımız yunus çalışması bugün kabul edildi...orfozlara yunuslar eşlik edecek Kaş'ta önümüzdeki günlerde...

Bazen istemeyerek biraz ayırır gibi olur koşullar bizi...fiziksel mekan ayrılığıdır bu... rotamız aynıdır...orfozlar, yunuslar seni bekler Umut'cum...BİZ DE...


5 Aralık 2011 Pazartesi

Muazzam gösteri...

GÖÇ...doğanın en muazzam gösterisi olarak tanımlanmış "Büyük Göç" kitabında (National Geographic)...içgüdünün ve hayatta kalmanın en temel görüntüsü...binlerce türün, çok sayıdaki bireyinin neslini sürdürebilmek için yaptıkları inanılmaz yolculuklar...hareket zamanı ve yeri ile varış zamanı ve noktaları arasında inanılmaz sınavlardan geçen türlerin yaşam zaferinin öyküsü göç...

Milyonlarca Kral Kelebeği'nin 4 bin kilometreyi bulabilen yolculukları sonunda Meksika'ya ulaşıyor olması hayal gücümüzü bile zorlayabilecek bir macera...her bir türün farklı bir öyküsü var...ve bizim de bu yaşam öykülerinden öğrenebileceğimiz çok şey...


Fotoğraf: National Geographic Arşivi
Fotoğraf: M.Nichols/National Geographic Arşivi
Fotoğraf: R.B.Haas/National Geographic Arşivi
Fotoğraf: R.Olson/National Geographic Arşivi
Fotoğraf: J.Sartore/National Geographic Arşivi

29 Kasım 2011 Salı

Görünmeyen...bilinmeyen...


Üzerinde yaşadığımız dünyayı gerçek biçimiyle algılamamızı engelleyerek bu konuda yanılgıya düşmemize yol açan en önemli etken, duyularımızın körelmiş, güçsüz ve aldatıcı olmasıdır...Bu yüzdendir ki gözle görmediğimizi anlamakta çoğu zaman zorlanırız ve görünmeyen bizim için bilinmeyen olur...Zira herhangi bir duyu, tek başına yetersiz ve yanıltıcıdır...

Francis Bacon, 1620 (Hayvan Zihni, J.L.Gould-C.G.Gould)

Fotoğraf: T. Peshak-National Geographic Arşivi

22 Kasım 2011 Salı

Atasözlerimizde balık...


Artun Ünsal'ın "Boğaz'ın Beş Efendisi-Lüfer, Palamut, Levrek, Tekir ve İstavrite Dair" kitabını okuyordum..."Atasözlerimizde balık" bölümünde, aslında ülkemizde çok popüler olmayan bu değerli besinin günlük hayatımızdaki farklı bir yönünü keşfetmiş oldum...

Balık ağa girdikten sonra aklı başına gelir
Balık baştan avlanır
Balık baştan kokar
Balık gölüne göre büyür
Balık balığı yiyince balıkçı ne yapsın
Balık kılçığıdır, ne yenir ne yutulur
Balık tavada tavşan ovada
Balık tutan onmaz; yiyen doymaz; alıp satan kar eder...

Orhan Veli'nin "Eskiler Alıyorum" şiiri var bir de...genellikle son mısrasıyla andığımız...

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam...

Fotoğraf: Ara Güler
Fotoğraf: Ara Güler
Fotoğraf: Ara Güler

15 Kasım 2011 Salı

Ezop'tan günümüze...

Irmak'ın kitapları arasında Sevgili Bilgi'nin birkaç yıl önce hediye ettiği "Ezop'tan Günümüze Hayvan Öyküleri" gözüme çarptı...hayvan figürleriyle bütünleşmiş güzel öyküler yolculuğu...

Bin Ayna

Bir köpek çok farklı bir tapınaktan söz edildiğini duymuş: Burası Bin Ayna Tapınağı imiş. Köpek aynanın ne olduğunu bilmezmiş. Ancak isim kulağa hoş geliyormuş. O aralar yapacak ilginç bir işi de olmadığından koyulmuş yola-hedef, Bin Ayna Tapınağı.
Günlerce, haftalarca yol almış ve sonunda kendini gizemli tapınağın önünde bulmuş. Basamaklardan yukarı koşmuş, büyük kapıyı açmış ve içeri girmiş. Bir de ne görsün? Burada bin aynadan bin köpek kendisine bakıyormuş. Sevinçle kuyruğunu sallamış. Derken bin aynadaki bin köpek de sevinip kuyruklarını sallamışlar. Köpek şöyle düşünmüş: "Ne kadar güzel. Dünya mutlu ve hayatından memnun köpeklerle dolu." O günden bu yana her gün Bin Ayna Tapınağı'na gelirmiş.

Bir gün öğleden sonra bir başka köpeğin yolu aynı tapınağa düşmüş. O da basamaklardan koşmuş, kapıyı açıp içeri girmiş: Orada bin aynadan bin köpek kendisine bakıyormuş. Köpek çok ürkmüş, hırlamış ve kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış. Aynı anda bin aynadan bin köpek karşısında hırlıyor ve kuyruk sıkıştırıyormuş. Bunu gören köpek kendi kendine, "Dünya kötü ve hırlayan köpeklerle dolu" diye düşünmüş. Ve bir daha asla Bin Ayna Tapınağı'na ayak basmamış.

Bin Ayna Tapınağı nerededir dersiniz?
Hemen kapınızın önünde! Dünyada açık bir yürekle ve umursayan bir gözle dolaşanlar, açık bir yürekle ve umursayan bir gözle dolaşanlara rastlarlar.
Kendi içine kapalı ve kem gözle dolaşanlarsa, sadece kendileri gibi insanlara rastlarlar.

Bir budizm öyküsünden uyarlayan Folke Tegetthoff

14 Kasım 2011 Pazartesi

Bir duyma da gör


Bir duyma da gürültüsünü
Dallarda çatırdayarak açılan fıstıkların,
Gör bak ne oluyorsun.
Bir duyma da gör şu yağan yağmuru;
Çalan çanı, konuşan insanı.
Bir duyma da kokusunu yosunların,
İstakozun, karidesin,
Denizden esen rüzgarın...

O.Veli

Fotoğraf: C.Caldwell-National Geographic

9 Kasım 2011 Çarşamba

Fırtınalar...


Doğa insanlara kendini çok farklı kimliklerde gösterir...doğanın ürkütücü yüzü gibi görünen fırtınaların bazen öncesinde, bazen de ardından sessizlik gelir...doğa olayları içinde insanın doğasıyla en çok özdeşleştirilenlerden biri de fırtınadır...şairler ve yazarlar da çağlar boyu inişli çıkışlı ruh hallerini "fırtına" terimi ile ifade etmişler... gerilim filmlerinin arka planında fırtına sahneleri yer almış... fırtınalar her ne kadar "ürkütücü" olarak tanımlansalar da aynı zamanda "çekici" doğa olayları...

Fotoğraf: National Geographic Arşivi

Karanlık, ışık ve zaman zaman ardından gelen yağmur...Şimşek, bulutlar içindeki elektrik yükünün ayrışması sonucunda ortaya çıkar. Bu süreç tümüyle anlaşılmış değildir ancak, negatif iyonlar bulutun alt tarafında, pozitif iyonlar bulutun üstünde toplanır. Pozitif ve negatif iyonlar birbirini çeker. Bu karşıt iyonlar bulut içinde yeterli sayıda toplanınca, bulutun tepesinden aşağı doğru şimşek çakar. Bulutun altındaki negatif iyonlar aynı zamanda yeryüzündeki pozitif yükleri de çeker. Bu da, yer ile bulut arasında şimşek çakmasına neden olur (Tübitak-Bilim ve Teknik).

Fotoğraf: National Geographic Arşivi

Antik çağlarda fırtınalar mitolojiye de konu olmuş...eski Yunan mitolojisinde Zeus, "gökyüzünün, şimşek ve gökgürültülerinin tanrısı"... simgesi şimşeğin yanında boğa, kartal ve meşe ağacı...

İngiliz şairi Lord Byron için fırtına" kara gözlü bir kadının gözündeki ışık"mış...

"Rüyada fırtına" ise büyük değişiklik olarak yorumlanırmış... fırtınada kaldığını gören kimse, kendisine yepyeni bir yol çizecektir anlamında... yani iyi bir durum olarak yorumlanıyor...

Beyin (fikir) fırtınası "yaratıcı düşünceyi destekleyen, takım çalışanlarını motive ederek kısa sürede çok fazla fikrin üretilmesine, böylece süreçlerin neden başarısız olduğuna dair çıkarımlar yapılabilmesine olanak sağlayan bir sürekli kalite geliştirme aracı"dır (wikipedia.org). Bir konuya çözüm getirmek, karar vermek, hayal yoluyla düşünce ve fikir üretmek için kullanılan üretimci bir teknik...

3 Kasım 2011 Perşembe

"Adıyla yaşasın..."

" Berna, Ece, Ekin, Muharrem, Nilay, Nilüfer, Öznur, Tuncay Hoca ve Volkan'a "

İyi bir dilek olarak söylenen "adıyla yaşasın" cümlesini seviyorum... güven hissi veriyor...
Kızılderililer, doğduklarında çocuklarına, onlarda görmek istedikleri özelliklere göre isim verirlermiş...genellikle çok isimliler...Kar Kartalı, Ay Işığı, Çayır Buğusu...büyüyüp ergin birer kabile üyesi olduklarında, kabile üyeleri tarafından kahramanlıklar, ilginç olaylar veya kişisel yeteneklerine göre isimler de verilirmiş...
Zamanla adlarımızın anlamları içinde kişisel özelliklerimizden
yansımalar görebiliyoruz... Irmak'ın hareketliliği, bazen kabına sığamayışı ve uzun yollara dayanıklılığı gibi...adlarımıza görsel olarak baktığımızda hislerimiz daha da renklenebiliyor...

Fotoğraf: National Geographic Arşivi
Fotoğraf: National Geographic Arşivi

30 Ekim 2011 Pazar

Muhteşem İkili: Doğa ve Çocuk


Doğa çocuklara bu dünyada yalnız olmadıkları, başka gerçekliklerin ve boyutların var olduğu anlayışını, bu bilinci kazandırır.(R.Louv)

Enes'le ilk tanıştığımızda sadece 8 aylıktı...annesi ve babasıyla Akyatan'ın yaban hayatıyla ilgili veri oluşturma çalışması devam ediyordu...yaz sıcağında ekipten hiç kimse, çok yakındaki bir çadırdan bebek ağlaması geldiğini duymadı...Enes doğayla barışık başladı yaşam yolunda yürümeye...5 yaşına geldiğinde tecrübeli bir minik doğa gözlemcisi olarak çıktı karşımıza...korkusuz, dikkatli, uyumlu, yaratıcı...hepimizin sohbet etmekten sonsuz keyif aldığı küçük doğa gözlemcisi...

Fotoğraf: H.Diker

Doğal bir yerde özgürce koşmasına izin verilen bir çocuk kısa süre sonra özel bir sığınak bulmak için çevresine bakınmaya başlayacaktır. Çalıların içi incelenerek kale olarak iş görebilirliği değerlendirilir. Ağaçlar, özellikle de büyük ağaçlar, kuleli şatolara dönüşür, en kolay tırmanılan dallar birer "oda" ilan edilir. Buna karşılık bir çocuğun çimenlik, güneşli bir yamaçta ya da geniş, açık bir arazide koşarken yaşadığı deneyim, ona sığınağın yokluğunu hissettirir. Bir çocuk ancak bu karşıtlığı deneyimleyerek her iki durumu da derinlemesine anlayabilir.


Doğa, çocuklara arkadaşlığı da öğretebilir. Bunu elbette başka yerlerde de öğrenebilirler, ama doğada kurulan arkadaşlıklarda farklı birşey vardır.

Enes, bu yaz kendisinden daha da erken, 6 aylıkken alana çıkan kızkardeşini yetiştirmeye başladı... Hüma da kendisi gibi doğayla barışık attı adımını hayata...

Bir çit kuşu bile görmemiş olan bir çocuk için tepeli akbabaların soyunun tükenmesi ne anlama gelir? (Doğabilimci R.M.Pyle)

Doğa korumacıların ve doğabilimcilerinin çocuklukları, erken yaşta gelen ve daha sonraları onları doğrudan doğruya eylemciliğe yöneltmiş olan esinlenme öyküleriyle doludur."Çoğu çocuğun bir böcek dönemi vardır. Ben bundan hiç vazgeçmedim. Bir doğabilimcinin yetişmesinde önemli olan şey sistematik bilgiler değil,doğru zamanda edinilen uygulamalı deneyimlerdir. (E.O.Wilson)". 

Çocuklarımızın doğayla mümkün olduğunca erken bağ kurmasına fırsat vermek dileğiyle...

24 Ekim 2011 Pazartesi

Ertelemeyelim...


"Afete Hazırlık, herkesin kolaylıkla atabileceği ve atması gereken bir seri küçük adımın toplamından başka birşey değildir. Hazırlık bir gecede yapılmaz ve asla tamamlanmaz. Ama atılan her küçük adım önemlidir."(Temel Afet Bilinci Eğitim Programı, Eğitmen Dökümanları)

Van haberlerini izlerken düşünmeye başladık yine...düşünmemizin insani nedenler yanında belki de farkında olmadığımız bir nedeni biraz endişe... bilmediğimiz, tanımadığımız nesneler, olaylar, duygular korkutur bizi, endişelendirir...farkındalığımız arttıkça korkuyu, çaresizlik hissini bir kenara bırakır, harekete geçeriz...

Afete Hazırlık Küçük Adımlardan Oluşur

  • Afet bilincimizi yükseltmek
  • Afet riskinin azaltılabileceği bilgisini yaygınlaştırmak
  • Afetten sonra yardım edebilmek için hazırlıklı olmak hepimizin görevi...

  • Küçük bir adım atalım hemen...ilgili web sayfalarına bakalım...kişisel bilgilenmemiz için hazırlanmış eğitim programları hakkında bilgi edinelim...






    Son depremlerle ilgili güncel bilgi için:


    Depremi izleyen ilk 72 saat içerisinde yardımın çoğu o anda hemen etrafımızda bulunan kişilerden gelir.

    Afetlere hazır olmak için edinebileceğimiz temel beceriler:
    • İlkyardım
    • Yangın söndürme
    • Telsizle haberleşme
    • Hafif arama kurtarma
    • Müdahale organizasyonu
    Hatırlayalım...birbirimize hatırlatalım...

    22 Ekim 2011 Cumartesi

    Biz uyurken...



    10 seneden az bir zaman önce dijital fotoğraf makinaları bugünkü kadar yaygın değildi... çok fazla deneme fotoğrafı çekme şansı yoktu...arşivlere baktığımda sınırlı sayıda görüntü bulabiliyorum...o günlerde Emre ile bir alan çalışması yaptık...Emre büyük memelilerle ilgili çalışmalar yürütüyor... ben sabahın ilk ışıkları doğarken alana çıkarken, Emre geceyi gözlem yaparak geçirdi...farklı iki tür arasındaki "beslenme" odaklı ilişkiyi ortaya koyacak veri toplamaya çalışıyorduk...çalıştığımız türlere bağlı gün kullanımına geçiyorduk doğal olarak...

    Yaban hayatını izlerken birçoğumuzun uykuda olduğu saatlerde çok farklı bir yaşamın harekete geçtiğine tanık olma şansı bulabiliriz...alanda yaban türlerinin yaşamlarına saygı gösterip, bilinçli ve dikkatli hareket ederek son derece etkileyici bir yaşamın bazı karelerini izleme fırsatını yakalayabiliriz...gece, yaban hayvanları için avlanma, beslenme, hareket zamanıdır...doğada gece renkli ve hareketlidir...insanın olağan yaşam alışkanlıklarının aksine...

    Fotoğraf: H.Diker (Saz kedisi)
    Fotoğraf: T.Ünsün (Fıstık tarlasında baykuş)

    Fotoğraf: H.Diker (Yeşil deniz kaplumbağası)
    Fotoğraf: H.Diker (Çakal)
    Fotoğraf: H.Diker (Yaban domuzu)

    20 Ekim 2011 Perşembe

    Ece'ye...

    Sevgili Ece'ye...
    Kuvvetli, renkli ve sınırsız hayalgücüne...


    Sevgili Ece zaman zaman alan çalışmalarından daha detaylı kesitler anlatmamı hatırlatır...
    Zaman kavramı bir yerden sonra insanın düşünce kapasitesi ile orantılı boyut değiştiriyor... insan zamanı nasıl anlamak/algılamak istiyorsa, zaman insanlar için öyle geçmeye başlıyor...
    Kaptan Cousteau belgesellerini izleyen çocukların zamanındanım...ne çok uzak, ne de çok yakın...üniversiteye başlayana kadar okul gezilerini saymazsak tek başıma yolculuk yapmadım...üniversite ikinci sınıftayken doğa koruma projeleri yürüten sivil toplum kuruluşları ile iletişimim başladı...ikinci sınıftayken gönüllü olmak istediğim bir projeye dördüncü sınıfı bitirdiğim yaz çağırıldım...çantamı alıp nerede olduğunu o zamana kadar duymadan gittiğim Adana'nın Kapı Köyü sınırındaki Akyatan Yaban Hayatı Geliştirme Sahası'ndan başlayıp, farklı kumsallarda eve dönmeden devam eden 3,5 aylık alan çalışması, yaşamımın yaklaşık 1/3'ünü kapsayan çalışma döneminin ilk adımı oldu... insanın hayatında çok ufak bir zamanlama farkı, çok şeyi değiştirebilir... bu proje ve  meslek lisesinde öğretmenlik yapabilmemi sağlayacak olan formasyon dersleri ile stajımı tamamlamam eşzamanlı sayılır... içten gelen hedefim olan meslek lisesinde öğretmenlik, kadro için beklenen az bir zamanlama farkıyla yerini doğa korumaya devretti...

    Formasyon hocalarım iyi bir öğretmen adayı olduğumu belirtmişlerdi... bugüne kadar birlikte çalışma fırsatı bulduğum ekip arkadaşlarım, alan çalışmalarında iyi olduğumu söyler...aslında bugüne kadar hiçbir doğa korumacının keşfetmemiş olduğu bir buluş yapma şansım olmadı...ama kendi adıma doğada çok şey keşfettiğimi biliyorum... insanların genellikle uykuda olduğu saatlerde katıldığım alan çalışmalarından, pekçok insanın farkında bile olmadığı, bazen hayalgücü sınırlarımın ötesinde şeyler öğrendim...çok değerli insanlarla tanıştım, çalıştım...zaman zaman zorlandım... zorluklardan zengin bir deneyim ve anı dağarcığı edindim... doğaya saygıyı ve sabırlı olmayı yaşayarak öğrendim...zamanla öğrendiklerimi, öğrenmeyi ciddiye alan, ihtiyaç duyan herkesle paylaşmayı hedef edindim...hala öğrenmem gereken çok şey var...

    Adana, Akyatan (Fotoğraf: H.Diker)
    Adana, Akyatan (Fotoğraf: H.Diker)
    Adana, Akyatan (Fotoğraf: H.Diker)